27 Haziran 2017 Salı

VAZGEÇMEM

Doğru olan her şeyi gerçekten inanç, azim ve cesaretle savunmanın doğru  olduğuna inanan bir insanım. Ve ben savunduğum (siyasi, kültürel, yaşam ve insanlara dair) fikirler adına yeterince bedeller ödediğimi düşünüyorum. Bu da beni özgürce fikirlerin yanında dik durmayı, yaşamı   kısıtlayıcı söylemlerin ve fikirlerin karşısında durarak daha da dirençli ve mücadeleci bir hale getirdiğine inanıyorum.
Benim için bir insanın savunduğu fikre yönelik samimiyeti, onun bu idealler uğruna canı yansada yaşamında neleri feda edebileceğiyle doğrudan bağlantılıdır. Kişinin fikir ve düşüncelerinden dolayı işini kaybetmesi, ailesini terketmesi, alay konusu olması, maddi ya da manevi işkence görmesi, üç kuruş etmez kişiler tarafından eleştirilmesi, dışlanması, yalnız kalması, okullardan atılıp, fişlenmesi, deşifre edilmesi kadar uzanan yaşamın ne kadar zor ve acımasızca olduğunu tahmin edebilirmisiniz. Ben bunların çoğunu yaşadım. Yaşamımda öyle çok zorluklar atlattım ki, ne söylemek nede yazmakla biter. Her zaman doğru ve dik durmayı, ister kabul edilsin ister edilmesin tereddütünde kalmadan son söyleyeceğim her sözü hep baştan söyledim, kırılan kırıldı, alınan alındı. Sırtını dönüp yarı yolda bırakıp gidenler oldu, beni böyle kabul edenler de yanı başım da durdu.  Çok yakın dostlarım bilir yaşamımda başımdan geçenleri. Gerçi kimseden böyle şeyler yaşamasını beklemiyorum, bekleyemem de. Ama bunları yaşamayı ‘aptallık, enayilik, kerizlik, salaklık’ olarak adlandıranların da neyi savunduğunu tam anlayamıyor, anlamakta zorluk çekiyorum

Düşünceleri ve fikirleri dile getirmek, kimliği ifşa etmekten çekinmekten korkuluyorsa ortada bir mücadele yok demektir. Oturun oturduğunuz yerde, devekuşu gibi gömün başınızı kuma kalın öyle. Kimliğimiz ve kişiliğimizle savunamadığımız bir fikri gerçek yaşamda nasıl savunup egemen kılacağız..?


Gerçek kimliğimizi, duruşumuzu, renklerimizi ve toplum içinde hangi kesimi  temsil ettiğimizi nasıl göstererip ıspatlayacağız..?
Gizli saklı sahte hesap ve bir lakap bildirimleri ile mi kitleler harekete geçecek..?

Egemenlik, hak, hukuk, adaleti kısıtlayan zorba iktidarlar böyle mi değişecek..?
Toplumsal çarpık, bağnaz, tutucu fikirler bu şekilde mi düzelecek..?
Koyunlar gibi dürtülerek yada sürüngenler gibi ezilerek mi yaşam devam edecek..?
Sözün kısası her ne  olursak olalım, söz, fikir, eylem, protesto, karşı çıkış gibi insana dair tepkilerin algısı ve etkisi bireysel olarak ortaya koyduğumuz tutum ile bağlantılıdır. Bizler toplumdaki ismimiz, yerimiz, mesleğimiz, eğitimimiz, kendimizi yetiştirme tarzımız, duruşumuz ve fikirlerimizle bir bütünüz. Yıllarca didinip çalışarak verdiğimiz emekler domino taşları gibi yıkılıp gidince herşey bitmiş demek değildir, yeniden büyük bir cesaret ve mücadele içinde olmamız en doğru olanıdır. Tabi bu durum başkaları için böyle olmayabilir, sıradan insanlar gibi mücadele etmeden, yalakalık ve çığırtkanlık yaparak yaşamlarını sürdürenlerde gün gelince kağıttan yapılmış kuleler gibi yıkılıp gideceklerdir.


Kimliğinizden, fikir ve düşüncelerinizden kabul edilsin veya edilmesin asla ödün vermeyin.


Yaşamda ki en güzel şey mücadeledir, unutmayın...

23 Haziran 2017 Cuma

BİLİRMİSİN...

Seninle birlikete olmanın en güzeli, en kötüsü, en heyecanlısı, en acıtanı, en mutlusu, en romantiği, en zor yanı nedir bilirmisin?...
Bilemezsin ki çünkü ben seni sadece düşlerimde sevdim;
Ellerini avuçlarıma alıp, avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek, en güzeliydi...
”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken hiç konuşmadan boş yere saatlerce havaya suya bakmak, en kötüsüydü,
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve uzaklardayken  bile seni çılgınca özlemek, en heyecanlısıydı...
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak, en acısıydı...
Tanıdık birileriyle karşılaşma ürkekliği ile yollarda yürümek yan yana, farkında olmadan… Elimdeki şemsiyeye inat birlikte yağmurda ıslanmak. Elimde kırlardan topladığım taze bahar çiçekleriyle seni beklemek hayali bile mutluluğun en güzeliydi...
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara, aya, suya vuran yakamozlara anlatmak… Okuduğum her kitabın bir satırında, dinlediğim şarkıların, türkülerin, şiirlerin her mısrasında seni bulmak, romantik yaşamın ta kendisiydi...
Seni hayalimde bile kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime, en zoruydu...
Seninle düşlerimde birlikte olmanın tek yan etkisi nedir bilemezsin....
Nereden bileceksin, asla da bilemeyeceksin, çünkü bunları sana hiç söylemedim sende duymadın zaten....
Aslında vardın ama hayallerimde yaşadın...
Olsaydın avuçlarım terlemez, ısırmazdım dilimin ucunu,  özlemez, kıskanmazdım seni...
Korkmazdım yollarında yürümekten. Islansamda yağmurlardan…
Yıldızlara, aya dert yanmaz, yakamozları seyrederken böyle her şarkıda sarhoş olmazdım.
Seni kaybetmektense yüreğim kan revan atlardım iskeleden denize… Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki, ben seninleyken…
Öylesine bir sevdaydı benimkisi, belki hayal, belki rüya...


BEN HEP SENİ SENSİZ YAŞARKEN, SENİN  AKLIN VE YÜREĞİN BAŞKA YERLERDEYDİ...


ÜMİT VERSEYDİM, UMUT ETSEYDİN, EVET DESEYDİN BELKİ DE SANA SÖYLERDİM....

OLSUN BEN BÖYLE DE MUTLUYUM, SEN DE ÖYLE MUTLUYSAN...


17 Haziran 2017 Cumartesi

SEN KOKACAK HER YER

Sen kokuyor şimdi her yer
Zambak ağaçları pür neşe
Ihlamur çiçeği kokusu yayılmış bahçeye
Gece yıldızlar daha parlak
dilek tutuyorum kayan yıldızlara
Hep sen çıkıyorsun sonunda
Sen kokuyor sevdanın adı
Sen kokuyor şarkılar türküler
Yalnizligim yanlizligina sarılmış
Gözlerim gözlerine mıh gibi çakılmış
Bülbüller şakıyor gül dallarında
Sen kokulu
Düşlerim var artık
Bir sincap ükekliginde yüreğim
Acelem var artık serçe kuşu gibi
Uçup alel acele konasım var yanına
Tutarken ellerini ellerim terleyecek
Kokun kokuma karışacak sen kokacağım
Gülüşlerin gülüşlerime gözlerin gözlerime takılacak
Ve sonsuza dek öyle kalacağız....
Sen kokacak her yer...

-Bekir Birincioğlu-

YAŞAMAK GÜZEL..











Hafif hafif eserken meltem
Kumsalda yürüyen sen
Yalın ayak elinde papuçları
Bir serçe kuşu gibi ürkek..
Birde tutturmuşsun hafiften bir türkü
Zeytin karası gözlerin neden hüzünlü
Yüzünde melankoli yüklü
Sabahın seherinde çiy düşmüş
İnci tanesi gibi 
Gül yaprağına
Ne güzel yakışmış o pembe allık
Gamzeli yanağına...
Esen rüzgârla uçuşan eteklerin
Özgürlük adın senin...
Biraz hırçın biraz huysuz
Dalgalar bile kıskanmış
Rüzgarla dans eden saçlarını...
Ayak izlerin hala kumsalda
Silinmesin diye deniz çekmiş sularını...
Bırak hüznü kederi gülümse..
Yaşamak güzel...
Ömür geçip gitse de....

-Bekir Birincioğlu-

KISA YOL


İki kalp arasında
en kısa yol:
Birbirine uzanmış
ve
zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla
değebilen
İki kol.

BULUT

Bulutlar!
En iyi hissettiğim
zamanlardan
biri de sizi seyrettiğim
zamanlar.
Hiç durmadan uzaklaşmanız,
şekil değiştirip durmanız…
Hiç olduğunuz gibi kalmamanız..
Belki de sizi
sevmemin sebebi
hep değişiyor olmanız.
Olduğunuz gibi değilsiniz.
Sıradan değilsiniz.
Hareket var.
Değişim var sizde.
Seviyorum sizi...
____________BİR BULUT OLSAM_______


-Bekir Birincioğlu-

BEN Mİ GRİYİM...

ben mi?....
kurumuş toprak,
toprak çatlak,
bir yudum suya hasret..
hasret içimde gözlerimde hüzün...
bulutlarmı kara yoksa ben mi griyim...
yağmur,
su demek, toprağa su gerek...
bulutlar kara,
hasret bitecek...
kuru toprak, gönlüm gibi
sevdalarım bulutlarda,
toprak çatlak, acıyor ruhum...
gönlüm hasret yağmurlara...
ben mi griyim,
yoksa bulutlarmı kara...


-Bekir Birincioğlu-

AH BE HAYAT.....














Dışım başka içim başka
Bir gümüş çerçeveden
Bakıyorum yaşama
Aslında koca bir çınar
Kadar yaşlı ve yorgun
Eskiden de deliydim
şimdi durgun...
İçimde yangınlar var
Aslında..
Gülerken ağlar içim...
Bakma sen güneşin parlaklığına
Gün batımları gibi
Hüzünlerdeyim...
Ah Be hayat ne çektirdin...


-Bekir Birincioğlu-

KAHVE

Hani türküsü de vardır "kahve yemenden gelir gülü çemenden gelir"...
Size bir fincan kahve ikram edeyim. Türk işi seviyorsan, şöyle bol köpüklü. Sert ve uzun içicilere americano, ama ben daha sertim diyenlere espresso veriyoruz. Herkese göre bir kahvemiz var. Sütlü sevenlere, cappucino ya da lattemiz de var?...
Yani kahve tüm dünyada sevilen ve zekle içilen bir içecektir, ama;
Her kahve aynı tadı taşımaz… Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona gore degişir o kahvenin tadı…
Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir… Kahve telvesine yüreginin acısı karışır, buruktur kahvenin tadı...
Bir pazar öğle sonrası annenin “hadi bir kahve yap da içelim” dediği kahve huzurludur… Köpükler annenin göz bebeklerine yansır… Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir, karşılıksız bir sevginin tadıdır…
Bir gece vakti zil zurna sarhoşken içtiğin kahve düştüğün kuyudan çıkma cabasıdır… Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın, çıktığın an uyuyakalırsın, unutulmuş buruk bir tatdır....
Dostlarla içilen kahve neşedir… Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer, neşe doludur kahvenin tadı…
Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır… Acıdır tadı… Ama garip de bir keyfi, şekersiz yavan bir lezzeti vardır, …
Baban için yaptığın kahve sevgi doludur… Çay bardağında, az şekerli… Kahve gibi görünmez sana… Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür…
Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır… Isıtır insanın içini, unutulmaz bir tat alırsın…
Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni… Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını…
Kahve aynı kahvedir belki…
Köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadları degişir…
Her kahve aynı değildir bu yüzden…
Kiminle, nerede ve nasıl içtiğine göre değişir kahvenin tadı da, telvesi de...


Damağımızda kalan 40 yıllık tat adına, kahve tadında kalın...

8 Haziran 2017 Perşembe

YALAN

Yalan yüzyıllardır insanlar için suçluluk psikolojisinden ve cezalandırılmaktan korkma, bir sığınma metodudur.
Yalanın tıp'taki karşılığının bir adı da Mitonmanidir...
 Mitonmani kısaca anlatım ile yalan söyleme hastalığıdır. Kişi kendi söylediği yalana inanır. Mitonami hastaları için yalan söylemek hayatın rutin bir davranışı haline gelir.
Fakat her yalan söyleyende Mitonmanik değildir..
Ama her yalanı da gerçekmiş gibi yemin billah ederek söylemekte doğru değildir...
Kasıtlı olarak gerçekten alakasız, kendine göre değiştirip uyarlayarak, gerçekle ilgisi olmayan sözlerle başkasını kasıtlı olarak aldatmaya yalan denir ve günlük hayatta çoğu kişi karşısındakini kandıracağını düşünerek, sosyal ilişkilerinde hayır diyemediği için, gerçeği sylemesi zor geldiği için, yüzleşmekten kaçındığı için, oluşabilecek olumsuz durumun sonucundan mümkün olduğunca kaçınabilmek için ve ya karşısında ki kişiden korktuğu için yalan söylemeyi tercih ederler ve her yalanın er veya geç ortaya çıkması sonucunda kişinin kendini söylediği yalandan kurtarmak içinde dini alet etmesi inançlara karşıda saygısızlıktır..
Kişinin kendisini daha önemli hissettirmek veya kendisini korumak için söylediği her yalanın çevresinden çok kendisine zararı dokunacağını bilemez. Çünkü yalan söylemek bir hastalıktır..
Yalanı söyledikten sonra haz duyan kişi çoğu zaman pişmanlık duyar ama kendine, eş, dost , akraba ve çevresine, bir daha yalan söylememe konusunda binlerce kere söz versede sözünü yerine getiremez.
Hani bir söz vardır şöyle;
Bir yalan ne kadar hızlı olursa olsun, hakikat onu yetişip geçer.
Evet hakikat yalanı yetişip geçmesine geçerde  günümüzde o kadar çok yemin billah edereke yalan söyleyen var ki, artık her söylenen yalana inanır olduk..
Doğru söyle yalanı yoksa fena ederler adamı...


Şimdi bir fıkra ile bağlayalım yazıyı....
Kadının biri kocasını üç erkekle aldatıyormuş, her gün
kocası evden gidince üç adam eve gelir ve kadınla yatarmış. Kadın yine böyle bir günün sonunda adamlardan birisine demiş ki:
- Sen yarın gelirken bir tepsi dolma yaptırıp getir;
diğerine de:
- Sen de bir büyük kap ayran getir demiş.
Diğer adam çok fakir olduğu için ona:
- Sen de... Boşver, sen hiç bir şey getirme demiş.
Ertesi gün gelmiş fakat kadın bugünün günlerden pazar olduğunu unutmuş, eteği tutuşmaya başlamış.
- Eyvaah diyerek kocasının yanına gitmiş.
- Sen bugün kahveye filan gitmeyecek misin?
"Ben evde temizlik yapacağım" deyip kocasını zar zor da olsa
evden yollamış. Kocası gittiği gibi üç adam da eve gelmiş.
Kadın demiş ki;
- Siz hemen gidin. Kocam buralarda!
Tam bunu söylerken zil çalmış. Kadın:
- "Eyvah" demiş, "geldi galiba!"
Adamları sağa sola saklamış ve kapıya bakmaya gitmiş.
Kocasını karşısında görünce
- "Ne oldu?" diye sormuş.
Adam da;
- Yahu karnım çok acıktı. Bana dolma yapsana, canım çok istedi" demiş.
Kadın;
- Allahım bir tepsi dolma olsa da yesek!" demiş.
Elinde dolma tepsisi olan adam çıkıp yanlarına gelmiş.
Kadının kocası şaşırmış.
- Sen kimsin yahu?! diye sormuş. Adam sakin bir şekilde;
- Ben Allah tarafından geliyorum. Karınız dolma istedi. demiş. Ve hemen çıkıp gitmiş.kadının kocası olayın şokunu atlatamadan..
- Yaa tamam da.. demiş bu sefer koca;
- Bu ayransız gitmez. Sen bari bi ayran yap.
Kadın büyük bir sevinçle
-Allahım bir damacana ayran olsa da içsek demiş. Ayranı getiren adam çıkıp gelmiş. Kocası tabii çok şaşırmış.
- Sen de kimsin? demiş.
Adam da diğeri gibi;
- Ben Allah tarafından gönderildim. Karınız ayran istedi
diyerek çıkmış gitmiş.
Kocası hayretler içinde, kendi kendine;
- Bizim karı ermiş mi oldu ki? diye söylenmiş.Kadınla kocası yemekleri yemişler ama üçüncü adam hâlâ saklanıyormuş.
bir saat geçmiş, iki saat geçmiş. üç saat derken, adam dayanamayıp çıkmış yerinden. Kadının kocası bağırmış:
- Ulan sen de kimsin!!
Adamın ağzından şu laflar dökülmüş:
- Ben Allah tarafından geliyorum. Boşları alacam.
Yalansız riyasız güzel günleriniz olsun...
Hoş kalın...

HİÇ BİR ŞEY OLAMADIK,  ÖZENTİDEN BAŞKA...   "Ah Müjgan... Çok arada kaldık biz, Kendimiz olamadık. Tespih elimize, Malboro ağzımıza yak...